Son zamanlarda, hem dünya genelinde hem de ülkemizde yaşanan gelişmeler, içimi ciddi anlamda burkuyor. Özellikle sosyal medyada tanınma, beğeni alma ve takipçi kazanma uğruna insanların yaptığı şeyler, adeta bir “değerler erozyonu”na dönüşmüş durumda. Görünür olmak için anlamsız ve yüzeysel yollara başvuran insanlar, bir yandan da kimliklerini kaybediyor. Bu durum, sadece bireysel değil, toplumsal bir sorun haline gelmiş gibi görünüyor. Peki, bu kadar çaba gerçekten ne için? Beğeni almak, takipçi kazanmak ya da birkaç saniyelik şöhret için mi? Yoksa aslında hepimiz, bu dijital çağda birbirimizi kaybediyor muyuz?
Sosyal medya, bir yandan hayatımızı kolaylaştırırken, diğer yandan da bizi yavaş yavaş “duyarsızlaştırıyor.” İnsanlar, artık sadece dikkat çekmek ve popüler olmak için her türlü rolü oynamaya hazır. Kimi zaman bir komedyen, kimi zaman bir aktivist, kimi zaman da bir “hayat koçu” kesiliyorlar. Ancak bu rollerin çoğu, gerçek kimliklerinden uzaklaşmalarına ve görgüsüzce davranmalarına neden oluyor. Bir şeyin sadece “para ettiği” bir dünyada, duyarsızlık ve değerlerin kaybolması, maalesef kaçınılmaz hale geliyor.
Beğeni Uğruna Kaybolan Kimlikler
Gerçekten anlamakta zorlanıyorum: Neden bu kadar çok insan, sosyal medyada daha fazla beğeni ve takipçi elde etmek uğruna kendini bu kadar sığ bir hale sokabiliyor? İnsanlar, artık kim olduklarından çok, dışarıdan nasıl göründüklerine odaklanıyor. Ve maalesef, bu yapay dünyada gerçekten değerli olmanın, anlamlı şeyler paylaşmanın neredeyse göz ardı edildiğini görüyoruz. Sanki herkes bir yarış içinde; ama bu yarışın sonunda kazanılan şey, gerçek bir başarı değil, sadece geçici bir tatmin.
Görgüsüzlüğün ve şöhret için yapılan anlamsız paylaşımların arttığı bu dönemde, asıl kaybettiğimiz şey, içsel değerlerimiz. Paranın, şöhretin ve takdirin bu kadar hızlı ve yüzeysel bir şekilde elde edilebildiği bir çağda yaşıyoruz. Ancak bu hızlı başarılar, kalıcı değerler yaratmıyor. Oysa insanın gerçek değeri, sahip olduğu bilgiden, anlayıştan ve empatisinden gelir. Bu kadar ayrıcalık verilmiş bir insan ırkı, nasıl oluyor da bu kadar duyarsız ve yüzeysel hale gelebiliyor? Bu soruyu sormadan edemiyorum.
Şöhret Çılgınlığı ve Duyarsızlaşma
Sosyal medya platformlarının etkisiyle giderek artan bu “şöhret” çılgınlığı, gerçek dünyada da duyarsızlaşmaya yol açıyor. İnsanlar, başkalarının hayatlarına, yaşadıkları zorluklara ve toplumsal olaylara karşı kayıtsız hale geliyor. Sadece kendi küçük dünyalarında, kendi görüntüleriyle ilgileniyorlar. Peki, tüm bu olup bitenin ardında gerçekten derin bir anlam var mı? Yoksa biz sadece bir gösterinin parçası mı olduk?
Sosyal medyanın hayatımıza kattığı hızlı tüketim alışkanlıkları, ne yazık ki uzun vadeli anlamlı başarıları gölgede bırakıyor. Duygularımızı, düşüncelerimizi, aslında kim olduğumuzu bir kenara bırakıp, başkalarının onayını almak için yaşar hale geliyoruz. Oysa gerçek mutluluk, kimseye kendini kanıtlama çabası içinde olmamakta, içsel bir huzur bulabilmekte ve başkalarına değer katabilmekte gizli.
Sonuç: Ne İçin Yaşıyoruz?
Sonuç olarak, bu yazımda amacım, hepimizin bir an durup düşündüğü bir soruyu gündeme getirmek: Gerçekten ne için yaşıyoruz? Birbirimizi etiketlemek, daha fazla beğeni almak ya da sahte bir dünyada popüler olmak için mi? Yoksa daha derin, daha anlamlı bir amaç uğruna mı?
Bu çağda, sosyal medya ve dış dünyaya çok fazla odaklanmışken, biraz daha içsel bir yolculuğa çıkmak belki de hepimiz için en büyük ihtiyaç. Değerlerimize sahip çıkarak, yüzeysel değil, anlamlı ilişkiler kurarak, kendimize ve başkalarına gerçek anlamda katkı sağlayabiliriz. Unutmayalım ki, gerçek başarı, beğeni sayılarında değil, insanların kalbinde bıraktığımız izlerde gizlidir. 😊